Giriş
Bu bölümde, Romalılar’ın Samnitler ile savaşları sırasında ve sonrasında geliştirdikleri yeni ordu sistemini anlatacağız. Camillus Reformları ile ortaya çıkan bu sistem, MÖ 107 yılındaki Marius Reformları’na dek sonraki 250 yıl boyunca değişmeden kalacak ve tarihe manipular (maniple) sistem olarak geçecektir. Manipular sistem, “manipulus” adı verilen ve kabaca “bir avuç asker” (a handful [of soldiers]) olarak tercüme edebileceğimiz 120-160 kişilik taktik birimlerden oluştuğu için bu adı almıştır. Manipulus, ordunun geri kalanından bağımsız olarak veya bütünle uyum içinde hareket etme yeteneğine sahipti. Böylece, zor durumda kalan bir general, ordunun geri kalanının uyumunu tehlikeye atmadan tek bir manipulus’a düşmanın arkasından dolanma, bir bölgeyi emniyete alma ya da arkadan saldıran düşmana karşı savunma yapma emri verebilirdi. Manipulus’un hareket kabiliyeti, yalnızca disiplinli bir koordinasyonla ileri yönlü hareket için tasarlanmış hantal falanj düzenine kıyasla, Romalı komutanlara büyük bir taktiksel özgürlük sağlamıştır. Bu taktiksel esneklik, manipular sistemin “eklemli falanj” (phalanx with joints) olarak adlandırılmasına neden olmuştur. Manipular sistemin bir diğer avantajı da falanjın tek kol düzeni yerine kademeli üçlü düzenin (acies triplex – triple array) benimsenmesidir. Manipular sistemin kullanılmaya başlamasıyla Roma savaş meydanı düzeni; ön safta on, orta safta on ve arka safta on manipulus’un bir dama tahtasına (quincunx) benzer biçimde dizilmesiyle oluşmuştur. Bazı kaynaklara göre ön safta on beş, bazılarına göre ilk iki safta on beş manipulus bulunduğu iddia edilmekle birlikte elimizde buna dair kesin kanıt yoktur. Genel kanı, her üç safta da on manipulus bulunduğu yönündedir.

Manipular Sistemin Taktiksel Temeli
Manipular sistemin ilk safını oluşturan “hastati” birlikleri, genellikle 16 ila 20 yaşlarında olan, en genç ve deneyimsiz askerlerden oluşuyordu. İkinci safta 20 ila 40 yaşlarındaki daha tecrübeli “principes” birlikleri bulunurken; üçüncü safta yaş ve deneyimle birlikte gelen tüm bilgelik ve beceriye sahip, sayısız seferin gazileri “triarii” birlikleri yer alıyordu. Örgütsel açıdan bakıldığında, bir manipulus “centuria” (century) adı verilen iki temel teşkilat biriminden oluşuyordu. Centuria, yaygın olarak ve yanlış bir şekilde bilindiği gibi 100 kişiden değil, 60 ila 80 kişiden oluşmaktaydı. Centuria’nın komutasından ön tarafta yer alan bir centurio (centurio posterior) ve arka tarafta yer alan bir subay (optio) sorumluydu. Centurio’lardan daha kıdemli olanı (centurio prior) aynı zamanda manipulus’un da komutanıydı ve savaşta sağ ön kanatta yer alırdı. Klasik komuta görevlerinin yanı sıra, bir centurio’dan askerlerine örnek teşkil edecek şekilde liderlik etmesi ve bir savaşa ilk girip son çıkan olması bekleniyordu. Bu nedenle, centurio’lar arasındaki ölüm oranı tüm ordudaki en yüksek orandı. Fakat, tıpkı falanjın ön saflarında yer alan askerler için geçerli olduğu gibi, bu görevin kendilerine ve ailelerine getireceği onuru düşünen askerler centurio olmak için can atıyordu.

Roma ordusunun temel saldırı doktrini; genç, güçlü ve dayanıklı askerlerden oluşan hastati’ler ile düşmana ön cepheden ilk saldırıyı yapmaktı. İdeal olarak, hastati’lerin düşmanı saf dışı etmesi beklenir, ordunun geri kalanının savaşa katılması gerekmezdi. Ancak, bu ideal nadiren gerçekleşmiştir. Kaçınılmaz olarak, principes birlikleri hastati’lere destek olmak için savaşa sürülürdü. Savaşta pişmiş ve deneyimli bu askerler genellikle zaferi garantilemek için yeterliydi. Romalı gençlerle savaşmaktan yıpranan düşman, savaşa sonradan katılan, dinç principes birliklerine nadiren karşı koyabilirdi. Eğer bu nadir durum gerçekleşirse triarii’ler de savaşa katılırdı. Triarii birliklerinin devreye girmesi, Romalılar için işlerin iyi gitmediği şeklinde yorumlanabilir. Ancak, onlarca sefere katılmış bu yaşlı kurtlar, inatçı düşmanlarla çarpışmak konusunda özellikle tecrübeliydi ve çoğu zaman görevlerini başarıyla yerine getirmişlerdir. Manipular sistem, zamanla serbest bırakılan tazelik ilkesine dayanıyordu. Genellikle, Roma’nın düşmanları, genç ve tecrübesiz askerlerden oluşan Roma ordusunun ön safını kolayca alt edebileceklerini ve ordunun geri kalanına geçebileceklerini düşünerek, büyük bir şevkle aynı anda saldırır ve kendilerini aşırı zorlardı. Bu düzensiz saldırı biçimi nadiren beklenen sonucu verdi. Hızlı ve amansız bir saldırıyla Roma ordusunun ön safını kolaylıkla yaracaklarını düşünen düşman orduları batağa saplandı, yorgun düştü ve Roma ordusunun geri kalanı savaşa dahil olduğunda bozguna uğradı.


Manipular Sistemin Tamamlayıcı Unsurları
Manipular sistemin üç temel ağır piyade hattının ötesinde, savaşa hazırlanan bir lejyonu tamamlamak için gereken üç önemli unsur daha vardı. Bu üç unsurun ilki, hizmet etmeye hak kazanacak kadar zengin ancak ağır piyade savaşında hayatta kalmak için gerekli teçhizatı karşılayamayacak kadar fakir kişilerden oluşan hafif piyade (velites) birlikleriydi. Herhangi bir lejyonda, savaşın başında Roma ordusunun büyüklüğünü ve formasyonunu gizlemek için üç hattın önüne konuşlandırılan 1000 ila 1200 hafif piyade bulunurdu. Savaş başladığında, hafif piyadeler düşmana hücum ederek, düşman ordusunun düzenini bozmak ve düşman askerleri yıpratmak için yanlarındaki “pilum” veya “pila” adı verilen ciritleri fırlatır; ardından hızlıca üç hattın gerisine çekilirdi. Hafif piyadenin en önemli amacı, savaşın başında Roma ordusunun formasyonunu gizli tutmaktı ve gerçek savaşta büyük bir etkisi yoktu. İlerleyen dönemde, devlet askerlerin silahlandırılması sorumluluğunu üstlendiğinde, hafif piyade birlikleri aşamalı olarak devre dışı bırakıldı ve standart ağır piyade olarak manipulus içine dahil edildi.


İkinci unsur, o dönem standart olduğu şekilde kanatlara konuşlandırılan süvari (equites) birlikleriydi. Roma süvarisinin en önemli görevi, düşman süvari birliklerini savaşın dışına itmekti. Böylece, iki ordunun piyadeleri yardım olmadan savaşırdı. Bu şekilde bir piyade savaşı, Romalılar’ın her daim kazanabileceklerini düşündükleri bir savaştı. Düşman süvariler savaş dışı bırakıldığında, Roma atlıları da düşman piyadelere ellerinden geldiğince hasar vermeye çalışırdı. Ancak bundan daha önce, süvarilerden her zaman olası bir kuşatma manevrasına veya arkadan gelebilecek sürpriz bir saldırıya karşı tetikte olmaları beklenirdi. Başlangıçta, anayasal olarak, süvariler Equites sınıfına mensup en zengin Romalılar arasından seçiliyordu. Hiçbir zaman iyi biniciler olmayan Romalılar, yıllar içinde süvari birliklerini müttefiklerinden (foederati) temin etmeye başladı. Özellikle İmparatorluk döneminde; Numidya (Numidia), Trakya (Thrace), İber (Iberia), Galya (Gaul) ve Cermanya (Germania) bölgelerinden süvari temin edildiği görülecektir.

Standart bir lejyonu tamamlamak için ihtiyaç duyulan son unsur, “alae” adı verilen müttefik birliklerdi. Bu birlikler, teçhizat bakımından hafif ve ağır piyadenin bir karışımıydı ve formasyonda süvariler ile manipulus’ların arasında konuşlandırılırdı. Başlangıçta, Romalı subaylar tarafından komuta edilen müttefik birlikleri, zaman içinde kendi reisleri ya da generalleri tarafından komuta edilmeye başlanmıştır. Roma’ya bağlı bölge, kabile ve şehirlerden; Roma ile eşit sayıda piyade ve Roma’dan iki ya da üç kat fazla sayıda süvari temin etmeleri beklenirdi. Bu durum, Roma ile tebaası arasında sürekli bir gerilim yaratmış ve Latin Savaşı’nın da önde gelen nedenlerinden birisi olmuştur.
Manipular Sistemde Saldırı Taktikleri
Toplamda; 3600 ila 4800 Romalı lejyoner, eşit sayıda müttefik birlik ve bin kadar süvariden oluşan optimal bir Roma savaş gücü 8-10 bin askerden oluşmaktaydı. Bu sayılar, savaşa giden bir lejyon hakkında bazı fikirler edinmemiz için ortalama olarak dile getirilmektedir. Gerçek bir lejyonun büyüklüğünün zaman, yer ve düşmanın büyüklüğü gibi nedenlere göre değişebileceği unutulmamalıdır. Bunula birlikte, bir Roma lejyonu bir yerden bir yere intikal ederken kimi zaman sayıları binleri bulan ve savaşçı olmayan kişilerden oluşan bir ikmal konvoyu da lejyona eşlik ederdi. Bu nedenle, kırsalda hareket eden standart bir lejyonun, gözlemciler için olduğundan iki kat büyük görünmesi olası bir durumdur.
Savaş başlandığında ise Roma taktikleri yeterince basit ve açıktı. Her asker iki pilum ve bir kılıçla donatılıyordu. Pilum’lar düşman ordusuna yaklaşırken fırlatılmakta ve düşman askerlere olabildiğince çok hasar verilmeye çalışılmaktaydı. Bu taktik, teorik olarak, piyade ve mekanize birliklerin taarruzu öncesinde düşmanı yıpratmayı hedefleyen günümüz topçu saldırılarının eşdeğeridir. Romalılar bu saldırıda kullandıkları pilum’lar için alışılagelmiş mızrak/cirit tasarımı üzerinde çeşitli inovasyonlar yapmıştır. Pilum’un ucu ile sapı arasına konulan ince metalden bir bağlantı çubuğu bu inovasyonların en önemlisidir. Bu sayede, öncelikle pilum’un deliciliği arttırılmış ve mızrakların hedefi olan askerlerin ve onların kalkanlarının mızrağın ağırlığı ile birlikte aşağıya çekilmesi sağlanmıştır. Ancak daha önemlisi, Romalılar bu inovasyonları ile birlikte düşmanlarının fırlatılan mızrakları toplayıp kendilerine karşı kullanmalarının önüne geçmiş ve düşman kalkanlarını da işe yaramaz hale getirmiştir.
Mızraklarını fırlatan ve düşmanla aralarındaki mesafe azalan lejyonerlerin başvurdukları ikinci silah kısa kılıçtı. İki tarafı da keskin ve ucu sivri olan bu kılıçlar saplama ve kesme hamleleri için idealdi. Ayrıca, kılıcın kısalığı dar alanda hareket özgürlüğü sağlıyordu ve hızlı hamlelerle öldürücü darbeler vurmayı kolaylaştırıyordu. Bu tanım aklınıza meşhur Roma kısa kılıcı “gladius” gibi gelse de gladius henüz anlatımızda yer almadı. Gladius, Romalılar İspanyol kılıç ustalarının metotları ile tanışana dek önümüzdeki yüzyıl boyunca karşımıza çıkmayacak. Buna rağmen, ünlü kılıcın arkasında yatan prensipler halihazırda Roma savaş taktikleri içinde yer almakta. Gladius olsun ya da olmasın, temel prensip düşman hatları yarılıncaya ve askerler kaçana dek hareket eden her şeyi öldürmek ya da yaralamaktır.
Manipular Sistemde Savunma Taktikleri
Hücum odaklı taktiklere ek olarak, manipular sistem yerleşik bir savunma stratejisine de sahipti. Öncelikle, düşman karşısında üstünlüğü kaybeden hastati’lerin, principes birlikleri arasında bırakılan boşlukları kullanarak hızla geriye çekilmesi mümkündü. Böylece daha deneyimli ve taze birlikler savaşa devam ederken, geriye çekilen askerler yeniden bir araya gelme ve biraz soluklanma fırsatı bulabiliyordu. Principes birlikleri de düşmanı yenilgiye uğratamadığı takdirde triarii’lerin arkasına çekilebilirdi. Bu sırada, hastati’ler tekrar savaşmaya hazır hale gelir ve döngü bu şekilde devam ederdi. Bu rotasyon sistemi, Romalılar’ın sürekli taze bir kuvvete sahip olmasını sağladığı gibi örgütsüz bir geri çekilmenin de önüne geçerek, ordunun tamamen bozguna uğrama tehlikesini büyük ölçüde ortadan kaldırmaktaydı. Manipular sistemin aksine, falanj sistemi düzenli bir geri çekilme taktiğinden yoksundur. Bu durum, falanjın ön saflarında bir bozulma yaşanması halinde tüm ordunun kaçınılmaz olarak bozguna uğraması gibi ölümcül sonuçlara neden olabilmektedir. Manipular sistemin falanj sisteminden üstün bir başka özelliği de kuşatma manevraları karşısında daha savunulabilir olmasıdır. Kuşatma manevraları, süvariler ve arka hatlar kullanılarak savuşturulabileceği gibi; ana savaştan ayrılan ön saf askerleri tarafından da önlenebilmektedir.
Askeri Disiplin ve Ödül-Ceza Sistemi
Sonuç olarak, manipular sistem falanjın eksikliklerini kapatmak için oluşturulmuş bir formasyondu. Sonraki bölümlerde değineceğimiz gibi, MÖ 200 yılı civarında yaşanan Roma-Makedonya çatışmasında manipular sistem falanjdan üstün bir formasyon olduğunu açık ve kesin bir zaferle kanıtlayacaktır. Ancak, lejyonun bu kadar dominant olmasının tek nedeni manipular sistem değildir. Herhangi bir grup askerin bu sistemde başarılı olabileceğini söylemek hata olur. Bunun yanı sıra, Romalılar’ın rakiplerinden daha güçlü ya da daha büyük olması söz konusu değildir. Aslında, birçok durumda, devasa Cermenler ile karşı karşıya kalan Romalılar, onlara kıyasla cılızdır. Lejyonun başarı sırrı disiplindir. Genel olarak, antik dünyanın savaşları pek çok gövde gösterisi, savaş nidası, teke-tek dövüş ve çılgınlık içeren; öfke, heyecan ve korku gibi duyguların yoğun yaşandığı tutkulu olaylardır. Roma lejyonu ise kendini bu tür insansı duygulardan soyutlamış, soğuk ve merhametsiz bir savaş makinesidir. Bir Roma lejyonunun korku ve panik içinde saflarını bozması eşine az rastlanılır bir durumdur. Sağında ve solunda yoldaşları ölen bir lejyoner, sadece kendi önündeki düşmana odaklanır ve ne olursa olsun ilerlemeye devam eder. Lejyonerlerin bu tavrı, en hafif tabirle rahatsız edicidir ve düşmanlar üzerinde psikolojik bir baskı oluşturmuştur.
Ancak, bu durum Romalılar’ın duygusuz insanlar olmasından kaynaklanmıyordu. Tam tersine, Romalılar tutkulu bir halktı. Savaşta, bir lejyoner için düşmandan daha korkutucu olan tek şey kendi komutanıydı. Roma disiplini, herkesin bildiği gibi sertti ve bu sertlik, olumlu birtakım yönleri de beraberinde getirmekteydi. Disiplin, cesareti teşvik etmek ve korkaklığı ortadan kaldırmak için tasarlanmış bir ödül ve ceza sistemine dayanıyordu. Cezalar, psikolojik aşağılamadan ölüme dek değişen geniş bir yelpazeye sahipti. Örneğin; savaş sancağını kaybeden bir centuria, diğer askerler tarafından ayırt edilebilmesi için ayakta yemek yemeye zorlanırdı. Nöbetteyken uyuyakalan bir asker ise diğer askerler tarafından taşlanır ve ölene dek dövülürdü.

(Not: Desimasyon cezası isyan, savaş alanını terk etme gibi suçlarda uygulanan bir cezaydı. Her birlik kendi arasında kura çekerek, kurada çıkan askeri öldürür ve geriye kalanlara tayın olarak buğday yerine arpa verilirdi.)
Diğer taraftan, kendilerini savaşta öne çıkaran askerlere verilmek üzere çeşitli madalya, nişan ve unvanlar da bulunuyordu. Daha önceki bölümlerimizde bahsettiğimiz Triumph kutlamalarını ya da Publius Decius Mus’a verilen Çim Tacı hatırlayacaksınızdır. Roma ordusunda bir askerin alabileceği madalya ve nişanlar oldukça çeşitlidir. Örneğin, ordu bir düşman kampına veya şehrine saldırırken surların üzerine çıkmayı başaran ilk kişiye dahi bir ödül verilmekteydi. Bu bize biraz abartı gibi gelebilir ancak, yüzyıllar boyunca lejyonlar kendilerinden biri bu ödülü aldığında bunu büyük bir gurur kaynağı olarak gördüler. Bu nedenle, birbiriyle çelişen iddialar bir komutanın dikkatine sunulduğunda karar verilirken büyük özen gösterilmesi gerekiyordu. Çünkü ödüller söz konusu olduğunda yanlış bir karar askerler arasında huzursuzluğa neden olabilirdi.
Bunun dışında en yaygın ödüller, motive edici ikramlardan, hizmet sonrasında daha fazla toprak verilmesine dek uzanıyordu. Bir askerin değer verdiği her şey, Romalı komutanların her zaman teşvik ettiği özverili cesaret örnekleri için bir ödül olarak kullanılabilirdi. İkinci Pön Savaşı sırasında, bir komutanın kampa getirilecek her düşman kellesi için fazladan tayın sözü verdiği bir olayın detayları günümüze ulaşmıştır. Askerler, kafa kesme ve bu kafaları kampa taşıma işinden o kadar usanmışlardır ki düşmanla yaşanan çatışmaları fiilen kaybetmeye başlamışlardır. Bunun üzerine, komutan kafa sayısından bağımsız olarak her askere fazladan tayın verileceğini ancak, savaşı kazanmaları gerektiğini belirten ikinci bir duyuru yapmak zorunda kalmıştır. Böylece, askerler tekrar çatışmaları kazanmaya devam etmiştir.
İşte bu disiplin ve ödül-ceza sistemi, Romalılar’ın savaşta soğukkanlılıklarını korumalarını ve kaçmak yerine sonuna kadar mücadele etmelerini sağladı. Askerler, savaş alanında sırtından yaralanmış cesetleri bulunursa ne olacağını çok iyi biliyorlardı. Kendileri onursuz ve isimsiz şekilde gömülürken, aileleri de hor görülecek ve toplumdan dışlanacaktı. Roma tarihinin en büyük yenilgilerinden biri olan Cannae Savaşı’nda savaş alanından kaçan askerlerin Sicilya’ya sürgüne gönderildiği ve evlerine dönmelerine asla izin verilmediği anlatılır. Bu askerler daha sonra Hannibal karşısında yem olarak kullanılmış ve bir intihar görevinde onurlu bir şekilde ölme fırsatı kendilerine verilmiştir.
Lojistiğe Verilen Önem
Roma lejyonu hakkında değinmek istediğimiz son nokta, detaylara verilen kılı kırk yaran önemdir. Amatörlerin taktiklere, profesyonellerin ise lojistiğe çalıştıkları savaşlar hakkında sık söylenen bir deyiştir. Romalılar’ın bu inancı gerçekten özümsediği söylenebilir. Romalılar, her zaman ikmal ve iletişim hatlarını korumaya özen göstermiş, kamplarını (castra) mümkün olan en savunulabilir konuma kurmuşlardır. Yunanlar, başka hiçbir pratik gerekçeyi düşünmeden kamplarını savaş alanına en yakın noktada konumlandırırken; Romalılar savaş alanına hâkim ve savunulabilir yerleri tercih etmiştir. Bu tercih, ordunun geri çekilmesini halinde savunulabilecek güçlü bir mevzi bulunmasını sağlamış ve Roma pek çok yenilgiden bu sayede kurtulmuştur. Ayrıca, Roma’nın pek çok zaferi de düşmanın acemice inşa edilen kampının yok edilmesiyle kazanılmıştır. Buna ek olarak, Romalılar her zaman yiyecek ve tatlı su kaynaklarının bulunup korunması için keşif kolları görevlendirmiş; bunun savaş alanında güçlü ve zayıf bir ordu arasındaki belirleyici unsur olduğuna inanmışlardır. Savaş başlamadan önce düşmanın su ve yiyecek kaynaklarını ele geçirmek ya da yok etmek de önemli bir stratejik hedef olarak her zaman savaş planına dahil edilmiştir. Savaştan önce askerlere verilecek iyi bir kahvaltının sağladığı itici gücün değerini bilen Romalı komutanlar, düşman süvarilerini nasıl önleyeceklerini düşündükleri zamanın on katını kendi atları için uygun otlak alanları bulmaya ayırmıştır. Her askerin savaş alanına uygun giyindiğinden, siperlerin yeterli derinlikte kazıldığından emin olmak gibi küçük detaylar Roma ile düşmanları arasındaki belirleyici farktır. Romalılar için savaşın detaylarını planlamak, savaşın kendisinden neredeyse daha önemli bir olaydır.

Sonuç
Özetle, Roma Cumhuriyeti’nin lejyonu budur ve sonraki 250 yıl süresince büyük ölçüde değişmeden kalarak, Akdeniz boyunca bölgesel genişlemenin motoru olacaktır.
Ek
Gelecek bölümde; Roma’nın şimdiye kadarki en uzun ve zorlu mücadelesi olan İkinci (Büyük) Samnit Savaşı’nın başlangıcına ve Roma tarihindeki muhtemelen en utanç verici yenilgi olan Caudine Forks Muharebesi’ne değineceğiz.
Yazılarımızı beğenmeyi, paylaşmayı ve yorum yapmayı unutmayın.
Bloğumuzla ilgili güncel gelişmelerden haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve e-posta bültenimize abone olabilirsiniz.
Antikite, antik uygarlıklar hakkında yazı, makale ve derlemelerin bulunduğu bir blogdur. Sosyal medya hesaplarımızı takip etmeyi unutmayın:
©2023, Antikite Blog. Tüm Hakları Saklıdır.